Eskiye Dair Herşey
Bu blog edebi yada akademik bilgi içermediğinden kaleme alırken kaygı duyulmamıştır, tamamen keyfidir.
15 Ocak 2014 Çarşamba
Halep Salnamesi'nden
"Devlet ricali arasında hitabetin nasıl yapıldığına dair bir örnek Halep Salnamesi içerisinden çıkıyor"
BÜYÜK VE KÜÇÜK TARAFLARINDAN DEFTERE YAZILAN ELKAB-I RESMİYYE
Makam-ı Sadâret-i ‘Uzmâya
Ulemâ’ cânibinden Ma'rûz-ı Dâî-i Kemîneleridir ki
Sâirleri cânibinden Ma'rûz-ı Çâker Kemîneleridir ki
‘İbâre arasında isimleri zikr olundukda Fahâmetlü Devletlü Efendim Hazretleri
Rütbe-i Sadâreti ibrâz itmiş zevâta ulemâ’ cânibinden Ma'rûz-ı Dâîleridir ki
Sâirleri cânibinden Ma'rûz-ı Çâker Kemîneleridir ki
‘İbâre arasında isimleri zikr olundukda Übhetlü Devletlü Efendimiz Hazretleri
Emîr-i Mekke-i Mükerremeye ve ma'zûllarına Devletlü Siyâdetlü Efendim Hazretleri
Dâr-üs-saadet-üş Şerîfe ağasına Devletlü ’İnâyetlü Efendim Hazretleri
Makam-ı Seraskerîyye ve Şeref-i Sıhriyyet-i Seniyyeye nâil olmuş vükelâya Devletlü ‘Atûfetlü Efendim Hazretleri
Zat-ı Serdar-ı Ekremîye Devletlü Re’fetlü Efendim Hazretleri
Müşîrlere ve vüzerâya ve ma'zûllarına Devletlü Efendim Hazretleri
Rütbe-i Bâlâ ve Ser-kurenâ-yı Şehenşah ile Mâ-beyn-i Hümâyûn Başkâtibine ve Dâr-üş-Şûrâ riyâsetine ‘Atûfetlü Efendim Hazretleri
Ferîkân ile rütbe-i ûlâ sınıf-ı evvelî Rumili Beğlerbeğliği pâyelülerine Saâdetlü Efendim Hazretleri
Mîrlîva ve Mîr-i mîrâna Saâdetlü Efendim
Rütbe-i ûlâ sınıf-ı sânîsine Saâdetlü Efendim
12 Ocak 2014 Pazar
Bir Şahide
Her ne kadar Serpuşu fotoğrafta görünmese de son zamanlarda okuduğum en güzel ve en anlamlı ifadeler içeren şahide diyebilirim.
Hüve'l-Hayy
Bu fenanın izz ü cahı bir hayaldir bilmişim
Bir nice ayş ü işretle ömrümü geçirmişim
Şugl-ı dünyaya aldanub eyledim bi-hadd-i günah
Sonu hesaba almayub beyhude aldanmışım
Mahv idübde bu vücudu emeğim oldu heba
Akıbet-i melek'ül-mevtin pençesine düşmüşüm
Sermaye-i ömrüm içre bir ticaret kılmadan
Sundular bana bir kase bi-çare nuş itmişim
Ahir demde rah-ı Hakkı bulayım dirken heman
Elim boş kapuna geldim sen Ganisin bilmişim
Zerre denlü nazar kıl bu mücrime ba-Huda
Zail olmaz rahmetinden buraya gönmüşüm
Abdullah oğlu Mustafa ruhuna Fatiha
Sene 1326
Hüve'l-Hayy
Bu fenanın izz ü cahı bir hayaldir bilmişim
Bir nice ayş ü işretle ömrümü geçirmişim
Şugl-ı dünyaya aldanub eyledim bi-hadd-i günah
Sonu hesaba almayub beyhude aldanmışım
Mahv idübde bu vücudu emeğim oldu heba
Akıbet-i melek'ül-mevtin pençesine düşmüşüm
Sermaye-i ömrüm içre bir ticaret kılmadan
Sundular bana bir kase bi-çare nuş itmişim
Ahir demde rah-ı Hakkı bulayım dirken heman
Elim boş kapuna geldim sen Ganisin bilmişim
Zerre denlü nazar kıl bu mücrime ba-Huda
Zail olmaz rahmetinden buraya gönmüşüm
Abdullah oğlu Mustafa ruhuna Fatiha
Sene 1326
2 Aralık 2013 Pazartesi
Bir Yeniçeri Mezartaşı
Kerem 02.12.2013
Börk’lü (Başlıkta, güç ve bereketi simgeleyen Mühr-i Süleyman simgesi
bulunmakta) mezartaşı Ağa bölüklerinden 56. Orta’ya mensub olan bir Yeniçeriye
ait. 56. Orta’ya dahil olan Yeniçerilerin görev yeri, Şahide’nin en altında
hakkedilmiş olan deniz taşıtı Remiz’inden (Her bölüğün
bir alameti/numarası olduğu gibi bir de Remiz denilen simgesi vardı. Bu simgeler orta meşhurlarının mezar taşlarına işlenirdi) ve bölük numarasından anlaşılabileceği
gibi Haliç ve civarı. Yan tarafında bulunan "Dardağan" serpuşlu mezartaşının
sahibi de bir Yeniçeri fakat, Börk’lü olandan daha kıdemli olmadığı başlığından
belli. Taşın üzerinde belirtildiği üzere bölüğünde görevi (17-18. yy'dan itibaren, daha doğrusu fütühatın son bulmasıyla beraber, payitahtın birçok yerinde güvenliği sağlamak üzere görevlendirilmişler fakat, mali kaygılar nedeniyle bu görevlerine ilaveten zanaatle meşgul olmuş, esnaflık dahi yapmışlardır. Bundan dolayı kitabede yazan mesleği ocak içi görev olmayabilir diye düşünüyorum) Saraçlık olan, Ali
adlı bu Beşe (Yeniçeri mensubu) muhtemelen, ayakkabı, çizme, çarık, cilt işleri,
silah ve diğer donanımlara kılıf vb. aksesuar işleri yapıyordu.
El-muhtâc ilâ rahmeti
Râbbihil gafûr
Ellialtı bölüğün
Serrâc Alî beşe
Ruhiyçün
El-fâtiha
Sene 1176
(Miladi 1763)
19 Eylül 2013 Perşembe
Topkapı Sarayı Divan-ı Hümayun Girişindeki Kitabeler (Inscriptions on the wall of Imperial Council entrance)
Şehen-şâh-ı cihân-ı Mahmûd Hân-ı
ma’delet-pîrâ
Muallâ cây-ı dîvânı mücedded eyledi
ihyâ
Müşebbek revzeni zencîr-i adlin bir adîlidir
Bilâ-tahrîk ider Hakk sâhibin ol
Hüsreve îmâ’
Selim Hân cenân-menzil idüb ancak
zemînin tarh
Müzeyyen itdü adl ü dâd ile Şâh-ı
zemân hâlâ
Felekler bu muallâ kubbe altından
ibâretdir
Adâlet olmasa olmaz sipihr-i köhne
pâ-ber-câ
Vekîl-i saltanat sadreyn vü defterdâr
vü tevkiî
Olur dîvân günü bu âsümâna encüm-i
Zehrâ
Sipihr-i şevketin ahkâmını seyr
itmeğe gâhî
Tulû' eyler verâ'-yı zer kafesden ol
meh-i garrâ'
Huzûr-ı hazret-i Hakka kalur zîrâ müzevverdir
Adâlet-gâh-ı Hâkanîde faysal bulmayan
da'vâ
Bu nev câyın verâ’sı kulle-i kaf-ı
adâlettir
Ayağı altına düşse nola dünyâ vü mâ
fî-hâ
Sipihr-i kîne-cûyu meh-çesiyle dâg-dâr
itdi
Alem-efrâz olunca kulle-i nev âfet-i
âb-âsâ
‘Iyân itdi o vâlâ kulleyi bünyâd
idüb zımnen
Nigeh-bân olduğın âfâka ol Hâkan-ı
mülk-ârâ
O rütbe mülke te’sîr itdi ol şehden
mehâbet-kim
Murâd itse künâm-ı şîri eyler âhuvân
yağma
Dilerse mîşe-zârı mehd ider bir peçe-i
rûbâha
Dilerse şîr-i nerri tıfl-ı âhûya
ider lâla
Ferîdûnlar o Şâha arz-ı hâcet
eylesun gelsun
Penâh-ı Pâdişâhân eyledi der-gâhını müvellâ
İki zerrîn tasa saltanat tâcın
virirlerdi
Rikâbında gelüb peyk olmuş olsa Sencer
vü Dârâ
Stablında eger Pervîz olaydı bir at
oğlanı
Anarmıydı cihanda edhem ü şeb-dîzini
hâşâ
Nüvîd-i feth içün Tâtâr olaydı böyle
Hâkana
İdermiydi Hülagû ömrünü ılgâr ile
ifnâ’
Açın dest-i niyâzı dâim olsun dâver-i
gazî
Sözüm ger Hakk ise ey sâkinân-ı âlem-i
bâlâ
O Hâkan-ı sıdkla kıldı cenâb-ı
Ahmede hidmet
Kitâb-Ullahın itdi seyfle ahkâmını
enbâ
Yine çıkdım sadedden kaldı bu câyın
biraz vasfı
Alışmış medh-i Hâkana zebân-ı hâme-i
imlâ’
Saded bir yana dursun şevk ü şâdîden
gider aklım
O Şâhı yâd iderken mâlik olmam
kendime kat’â
Bulaydım bârî bir mısrâ’-ı ra’nâ
cây-ı zîbâya
Kusûrum olsada afv eyler ol Şâh-ı kerem-fermâ
Gören ser-dâde-i insâf olur İzzet bu
târihe
Mücedded eyledi dîvân yerin Mahmûd
Hân-ı vâlâ
1235 (M.1820)
|
Selim
Hân-ı kerem-ver kâm-yâb itdükte devrânı
Cihânın
intizâma tutdı yüz hâl-i perîşânı
Müceddid
oldığı dünyâ ü dîne günden azherdir
Odur
sâhib-kırân-ı nev-zuhûr-ı nesl-i ‘Osmânî
Cihânı
yapdırub ma’mûre-i emn ü emân eyler
Yıkar
a’dâ’-yı dînin başına dünyâ-yı vîrânı
Nizâm-ı
nev virüb tecdîd ider bünyân-ı ikbâli
Bunu
ilhâh ider dâim ana tevfîk-i Yezdânî
Keremde
pehlevândır hamlesinde şîr-i garrândır
Sözünde
kahramândır vasf olunmaz şevket ü şânı
Bilür
tertîb-i devlet resmini baht-ı hümâyûnu
Mülûk-ı
sâlife san bundan öğrenmiş cihân-bânî
Kılub
ta’yîn-i hidmet fark ü temyîz eyledi bir bir
Gürûh-ı
askerî vü zümre-i ayân ü erkânı
Bu
dîvân-gâh-ı âliyeyi bu resme eylemek ta’mîr
Meger
lâzım değilmiydi açarsan çeşm-i im’ânı
Aceb
tarz-ı bülende koydu el-hakk eyleyub tekmîl
Nizâm-ı
dîni resm-i devlet-i nâmûs-ı şâhânı
Muallâ-yı
kubbe-i eflâkı gûyâ indirüb hâke
Harîminde
nümû-dâr eyledi saff saff sürûşânı
Temâşâsında
mahşer-gâh-ı dehşet aks ider câna
Der
ü dîvârı nezzâre olub mir’at-ı hayrânî
Huzûra
yüz süren erkân-ı devlet-i çarh-ı rif’atdan
En
evvel seyr iderler hâk-bûs-ı mihr-i tâbânı
Bu
resm-i nev-zuhûr-ı enmûzec olsun çeşm-i a’dâ’ya
Cihâd-ı
esbâbını hem böyle tanzîm eyler irfânı
O
bir Şâh-ı cihân-ı rüşd ü himmetdir ki el-hâsıl
Bulunmaz
lâciverdî kubbenin altında akrânı
Çıkub
kanûn-ı devlet-i perdeden olmuşdu bi-âheng
Şifâ-sâz
oldu ihyâ’ eyledi Sultân Süleymânı
Sükûn-ı
pür-temekkündür alâmet-i hamle-i şîre
Bu
ârâm itdirir a’dâ’-yı dîne teng meydânı
Tesettür
kılsa tobun sînesinde gülle aldanma
Eger
gürlerse gürler ra’d ü berk-i kahr-ı Sübhânî
Ne
dem endîşesi tedbîr ile başlarsa teshîre
Alur
iklîm-i gayb-ı lâ-mekân-ı mülk-i imkânı
Hemîşe-i
zâtına ikbâl ü şevketle murâdınca
Mubârek
ide Mevlâ yapdığı âsâr-ı umrânı
İdüb
te’yîd-i re’yin mu’cizât-ı Seyyid-ül-Kevneyn
Kerâmât-ı
bülend-i evliyâ olsun nigeh-bânî
Füyûz-ı
sırr-ı ilhâmıyla Gâlib geldi bir târih
Selîm
Hân yapdı hem-tâk-ı felek bu cây-ı dîvânı
1207
(M. 1793)
|
16 Eylül 2013 Pazartesi
TAŞTA HAYAT BULAN İSİMLER - 1
Kerem
16 Eylül 2013
Topkapı Saray’ının Bab-üs Selam (2.
Kapı) kapısından geçtikten sonra sağ tarafta Tımarhane ve Saray Mutfakları, sol
tarafta ise Has Ahırlar, Bostancı Ocağı Koğuşu, Harem ve diğer yapıların bulunduğu
2. Avlu, merasim zamanlarında meydanın mutfak tarafındaki revak sütünlarının
altında Yeniçerilere, atlı birlikler olduklarından dolayı avlunun tam karşı
tarafında, ahırların önünde bulunan revakların altında ise Sipahilere ev
sahipliği ederdi .
Saray turum esnasında biraz dinlenmek
biraz da gölgeden faydalanmak adına, kolumu dayamış olduğum sütunun üzerine
birşeyler kazınmış olduğunu farkettim ve avludaki tüm sütunları teker teker
incelediğimde, yaklaşık 20-25 sütunun üzerinde isimlerin, Yeniçeri ortalarına ait işaretlerin ve muhtelif tarihlerin kazınmış olduğunu gördüm.
Yeniçeriler muhtemelen merasimin
başlamasını beklerken vakitlerini bu şekilde değerlendirdiler, Yeniçeriler
diyorum çünkü Sipahilerin bulunduğu diğer tarafın sütunları oldukça temiz.
Bunun yanında, bazı sütunların da Bizans zamanından kaldığını üzerine kazınmış
olan Yunanca kökenli harflerden (A,8 vb.) anlamak mümkündü.
Sütunlara kazınmış olan isimlerden
daha ziyade enteresan olan 2. Avlu'yu 3. Avlu'ya bağlayan Bab-üs Saade (Saadet
Kapısı) yani Birun (Dış-kamuya sınırlı açık) ile Enderun (İç - Kamuya Kapalı
Mektep)'u birbirinden ayıran kapının önünde bulunan sütunlardan birine son
derece kaliteli bir Rik'a (Günlük yazı) hattıyla dört satırlık bir yazı hakk
edilmiş ki, bir çok saray görevlisinin etrafta olduğu sırada - Saray’ın en
önemli kapısı önünde- o sütunu kaşla göz arasında nasıl bezediği üzerinde
durulması gereken diğer bir husus.
Satırlarda şunlar ifade edilmiş:
Alamet 58. Mustafa Abaza tabur cenginde atdı ki
Liva daşlık makalemesinde teber-dar olmuştur Ruh-i Resule
El-Fatiha Ma Salavat
Sene 1006 (Miladi 1598)
[Alamet 58 : 58 nolu Yeniçeri Ortası (Ortalama 100 kişilik grup). Yazı etrafında herhangi bir remiz (amblem) olmadığından Cemaat ya da Ağa Bölüğü ortalarından hangisine ait olduğunu söylemek zor.]
1598 dendiği zaman benim aklıma Klasik
Dönem'in sonları geliyor. Siyaseten Katl'in son uygulayıcısı olan Sultan III.
Mehmed zamanı. İşte tarih herzaman kitaplarda, mutantan yapılarda ya da
mit'lerde karşımıza çıkmıyor. En basitinden bir sütunun üzerinde dahi can
bulabiliyor. Yukarıdaki satırları yazanın da bir hayatı, işi, aşkı, sevinç ve
hüzünleri vardı.
Sütunların üzerindeki bazı isimlere
gelince:
1. İbrahim / Mustafa
2. Allah
3. Kemaleddin
4. Ali Adalı
5. Ali
6. Haç (Bizans)
7. 8 (Ou - Bizans) - Bizantik el yazmalarında sıklıkla kullanılan
"o" ve "u" harflerinin birleşiminden meydana gelmiş bir ligatür. Günümüzde Ortodoks
Kiliselrinde, sanatsal çalışma ya da grafitilerde rastlayabiliriz.
8. Sahib ....
9. İzmir Datçalı Halid
10. "A" (Bizans).
…
12 Eylül 2013 Perşembe
FATİH SULTAN MEHMET’İN ÖLÜMÜ ve SONRASINDA YAŞANANLARA DAİR TARİHİ BİR BELGE
Kerem
Eylül 2013
Baltacılar
Kethüdası Kasım Ağa’nın II. Bayezid’e göndermiş olduğu ariza:
Sultan
Atebe-i Saâdet-penâh(a)
yüz sürmekden sonra ma’rûz-ı bende-gî ben fakir Devletlü Hünkârın tâbe
serâh Baltacılarının Kethüdâsıyım Devletlü Hünkârın kulluğunda idim Devletiyle
öte yakaya sefer idecek Hünkâr ben fakir Çavuşluk sadaka eyle Sultânım
didim Devletiyle sabr eyle der ol halde Hünkâr müteveffâ oldı üzerim(n)de üç gün ve üç
gece mum yanmadı vardım Kapucular Kethüdâsına söyledim ol dahi
İshak Paşa’ya söyledi emr eylediler mum yakdım râyihası ucundan
kimesne yanına varamadı ben fakir, Usta ile bilece içini ayırtladım bu zikr olan
sözleri Kethüdâmız dahi bilir Devletlü Hünkârın rûh(u) içün bu zikr
olanı âhirine dek oku Devletlü Sultânım Devletiyle taht(a)
geldin ben kulunu Kapucu eylediler baki fermân Sultânımın El fakir-ül hakir
Kulun
Kasım
Ariza’nın
sadeleştirilmiş hali:
Saadetin sığındığı eşiğe yüz sürdükten
sonra, kulunuzun dileğidir ki ben, toprağı ve kabri güzel olsun Devletli
Hünkârın (Fatih Sultan Mehmed) Baltacılar Kethüdasıyım, Devletli Hünkârın
emrindeydim. Devletiyle sefer için karşı yakaya geçecekken beni Çavuş yapmasını
istedim o da bana sabretmemi
söyledi. Hünkâr vefat ettikten sonra üç gün
üç gece mum yakılmadı. Gittim Kapıcılar Kethüdasına söyledim, o da İshak
Paşa’ya söyledi, Paşa emretti ve mumu yaktım. Kokusu yüzünden kimse yanına
gelemedi. Ben ustayla beraber iç organlarını çıkardım, ayrıca bu anlattıklarımı
Kethüdamız da bilir. Devletli Hünkârın ruhu için bu bahsettiklerimi sonuna
kadar oku. Devletli Sulatânımın Devletiyle tahta oturdun beni de Kapıcı
yaptılar.
Fakir ve hakir kulun Kasım
Fatih Sultan
Mehmed’in ölümünü müteakip ikiye ayrılan Devlet ricalinin Şehzadeler, Cem ve
Bayezid’ı tahta geçebilmek adına içine düşmüş oldukları mücadele sırasında,
FSM’in cenazesinin ihmal edilmesi ve neticesinde ortaya çıkan tabloyu bu tarihi
belge gayet iyi özetliyor. Belgedeki dikkat çekici nokta; belgenin klasik dönem
başında olunmasından dolayı (her ne kadar edebi ya da kurumlar arası bir
yazışma olmasına rağmen) daha fazla Anadolu Türkçesi, daha az Farsça,
kesiresiz, yalın bir dille kaleme alınmış olmasıdır. Kasım Ağa, 3. Sınıf bir
sorumlu/yönetici olmasına rağmen el yazısı ve kullandığı samimi dil gayet güzel
fakat bazı imla hataları da içermiyor değil. Örneğin, rayiha (رايحا) reyha (ريها) olarak; ayırtladım (ايرطﻻدم) şeklinde yazılmış
fakat dönemin dil kullanımında bu tip bir imla yoktur keza “ayırtlamak” Türkçe
kökenli bir kelime olduğundan, Türkçe’de karşılığı olmayan “ط” harfi ile kelime zaten kurulamaz. Sonuç olarak eski yazı imlasına göre olması
gereken: ايرتلدم idi.
En önemli noktalardan ilki, “…üzeri(n)mde üç gün üç gece mum yanmadı…” ibaresi
(Cenazenin çıktığı odada üç gün ışık yanar, bir kap içerisinde su bırakılır.
Evin diğer taraflarının lambası da yakılır. Bu uygulamanın nedenini yöre halkı,
“ruh evde olurmuş dermiş ki - bakalım lambalar yanıyor mu, sönmüş mü” diye
anlatır - Kaynak: http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/belge/1-6483/olum-sonrasi.html). Burada üzerim(n)de kelimesi birçok kişi tarafından cenazenin üzerine mum
dikilmiş gibi algılanmış, bazı evveler tarafından da bunun muhtelif
argümanlarla çürütülmeye çalışılmış olduğunu tespit ettim. Kör döğüşü. Ben bu
kelimenin “-den sonra/sebebiyle” anlamına geldiğini söyleyebirim ki “üzer,
üzerine” günümüzde buna yakın kullanılıyor (Örn:
...bunun üzerine dışarı çıkmaya karar verdim).
İkinci
olarak bazı kesimler(!), bu tip bir olumsuzluğun Fatih Sultan Mehmet gibi bir
şahsiyetin başına gelmesinin mümkün olmayacağı savından yola çıkarak reyha kelimesinin reyhan’dan türediğini
ve hoş koku anlamına geldiğini ifade etmektedirler. O zaman şunu sormak
gerekir: O kadar güzel bir kokuydu da o sebeple mi Kasım Ağa, “…rayihası yüzünden kimse yanına gelemedi…”
diye bahsetmiş. El insaf! Ayırtmak kelimesi
için türetilmeye çalışan anlamı bahsetmeye gerek bile duymuyorum çünkü yabancı
bir yazara dayandırılmış.
Bakıldığında belgede tarih olmaması -ki daha
sonraları belgelere hem hicri hem rumi olarak tarih atılmıştır- şu an tarih
incelemeleri yapanlar için en üzücü noktadır. Bu belge daha önce bahsettiğim
gibi kurumlar arasında resmi bir yazışma olmadığından Osmanlı Diplomatikası
yönünden değerlendirilmemeli fakat tarihin karanlık bir köşesine ışık tutan bir
belge olarak kayıt altına alınmalıdır. Normal şartlar altında resmi olarak düzenlenmiş
bir belge, sayfanın en üstünde antet ve “bihi” yani besmele ile tılsımlanır, bu
şekilde evrakın doğru yere sağ sağlim gideceğine inanılır , daha sonra
protokol, metin kısmı ve atılan tarih ile şekillenir.
Bu belgeyle veya öncesinde gelen ve halen
cevabı bulunamayan bazı sorular var. Fatih Sultan Mehmet zehirlendi mi? Ne
sebeple kim tarafından ya da Sultan’ın sadece iç organları mı çıkarıldı yoksa
ilaçlarla mumyalandı mı? Öyleyse bu İslam dinine göre kabul edilebilir mi?
Bunlarla ilgili bir çok doğru/yanlış bilgiyi
FATİH dizisinin ilk bölümünü müteakip, üç dört günde yazılacak olan Fatih
Sultan Mehmet ile ilgili kitaplardan, romanlardan ve makalelerden okuyacağız.
Kitap alırken ya da konu ile ilgili bir şey dinlerden şunu unutmayalım, bahsi
geçen klasik dönem ve padişahlarına dair bilgi ve belge, gerek bürokrasinin tam
olarak yerleşememesi gerekse pek çok sebepten günümüze ulaşamaması nedeniyle
çok sınırlıdır. Konu ile ilgili Cumhuriyet döneminde yazılmış, dönemin Osmanlı
vakanüvisleri ya da Bizans tarihçileri tarafından kaleme alınmış kronikler en
geçerli kaynaklar olacaktır. Bunlara ilave olarak, bir diğer kaynak ise,
sonradan payitahttan ülkesine kaçan veya azledilen devşirme, Türk/yabancı
seyyah ve görev almış (özellikle Venedik Bolyosları) elçilerin hatırat ve
raporlarıdır. Şu anda Avrupa ülkelerinin arşivlerinde yatan belgeleri de
unutmamak lazım. Osmanlı dönemi tarihçilerimizin (Akademisyen-Araştırmacı)
büyük kısmının dil bilmemesinden dolayı (Latince-Yunanca-İtalyanca-Sırpça vb.)
bu arşivlerde nelerin saklı olduğunu bilemiyoruz. Keza bu Orta Asya Türk
Devletleri üzerine yapılacak araştırmalar için de geçerli çünkü Çin kaynakları
halen keşfedilmeyi bekleyen eşsiz bir arşiv hazinesi.
Umarım ki, Doç. Dr. Erhan Afyoncu’nun son
zamanlarda İtalyan arşivinden çıkarmış ve Türkçe olarak yayınlamış olduğu
Balyos rapoları, yabancı arşivlere verilmesi gereken önemi yineleyecektir.
Biraz akademik olsa da kimler okunabilir:
Dönemin vakanüvislerinden Dursun Bey, Aşıkpaşazade, Bizans tarihçisi
Kritovulos, Ahmet Cevdet Paşa (gelmiş geçmiş en büyük Osmanlı Tarihçisi kabul
edilir), İsmail Hakkı Uzunçarşılı, günümüz tarihçilerinden “Tarihçilerin Kutbu
Halil İnalcık”, İlber Ortaylı gibi daha
birçok burada zikretmediğim tarihçi.
Algıladığım kadarıyla günümüzde tarih
araştırmacılığı da bir nevi tıp bilimi gibi ele alınıyor yani
araştırmacılar/yazarlar belli bir konu ya da dönem üzerine yoğunlaşıp
eserlerini ortaya koyuyorlar, öyle de olması gerekli keza Osmanlı Tarihi o
kadar derin, detaylı ve zengin ki bununda bir ortopedisti, kardiyoloğu veya
nöroloğu olmalı. Demek istediğim ben kitap seçerken, konunun uzmanından okumaya
gayret gösteriyorum. Yukarıda bahsi geçen ve daha çok akademik öğeler
barındıran eserler dışında seçim yapacaksanız umarım bu noktalar, tarih ile
ilgilenen ve okumayı seven arkadaşlara kitap seçimi yapmaları hususunda biraz
ışık tutacaktır.
27 Ağustos 2013 Salı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)