12 Eylül 2013 Perşembe

FATİH SULTAN MEHMET’İN ÖLÜMÜ ve SONRASINDA YAŞANANLARA DAİR TARİHİ BİR BELGE

Kerem
Eylül 2013

Bu belge şu an Topkapı Sarayı Arşivi’nde bulunmakla beraber, ilk olarak Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı tarafından ortaya çıkarılmıştır.

Baltacılar Kethüdası Kasım Ağa’nın II. Bayezid’e göndermiş olduğu ariza:

Sultan

Atebe-i Saâdet-penâh(a) yüz sürmekden sonra ma’rûz-ı bende-gî ben fakir Devletlü Hünkârın tâbe serâh Baltacılarının Kethüdâsıyım Devletlü Hünkârın kulluğunda idim Devletiyle öte yakaya sefer idecek Hünkâr ben fakir Çavuşluk sadaka eyle Sultânım didim Devletiyle sabr eyle der ol halde Hünkâr müteveffâ oldı üzerim(n)de üç gün ve üç gece mum yanmadı vardım Kapucular Kethüdâsına söyledim ol dahi İshak Paşa’ya söyledi emr eylediler mum yakdım râyihası ucundan kimesne yanına varamadı ben fakir, Usta ile bilece içini ayırtladım bu zikr olan sözleri Kethüdâmız dahi bilir Devletlü Hünkârın rûh(u) içün bu zikr olanı âhirine dek oku Devletlü Sultânım Devletiyle taht(a) geldin ben kulunu Kapucu eylediler baki fermân Sultânımın El fakir-ül hakir

Kulun Kasım


Ariza’nın sadeleştirilmiş hali:

Saadetin sığındığı eşiğe yüz sürdükten sonra, kulunuzun dileğidir ki ben, toprağı ve kabri güzel olsun Devletli Hünkârın (Fatih Sultan Mehmed) Baltacılar Kethüdasıyım, Devletli Hünkârın emrindeydim. Devletiyle sefer için karşı yakaya geçecekken beni Çavuş yapmasını istedim o da bana sabretmemi
söyledi. Hünkâr vefat ettikten sonra üç gün üç gece mum yakılmadı. Gittim Kapıcılar Kethüdasına söyledim, o da İshak Paşa’ya söyledi, Paşa emretti ve mumu yaktım. Kokusu yüzünden kimse yanına gelemedi. Ben ustayla beraber iç organlarını çıkardım, ayrıca bu anlattıklarımı Kethüdamız da bilir. Devletli Hünkârın ruhu için bu bahsettiklerimi sonuna kadar oku. Devletli Sulatânımın Devletiyle tahta oturdun beni de Kapıcı yaptılar.
Fakir ve hakir kulun Kasım

Fatih Sultan Mehmed’in ölümünü müteakip ikiye ayrılan Devlet ricalinin Şehzadeler, Cem ve Bayezid’ı tahta geçebilmek adına içine düşmüş oldukları mücadele sırasında, FSM’in cenazesinin ihmal edilmesi ve neticesinde ortaya çıkan tabloyu bu tarihi belge gayet iyi özetliyor. Belgedeki dikkat çekici nokta; belgenin klasik dönem başında olunmasından dolayı (her ne kadar edebi ya da kurumlar arası bir yazışma olmasına rağmen) daha fazla Anadolu Türkçesi, daha az Farsça, kesiresiz, yalın bir dille kaleme alınmış olmasıdır. Kasım Ağa, 3. Sınıf bir sorumlu/yönetici olmasına rağmen el yazısı ve kullandığı samimi dil gayet güzel fakat bazı imla hataları da içermiyor değil. Örneğin, rayiha (رايحا) reyha (ريها) olarak; ayırtladım (ايرطﻻدم) şeklinde yazılmış fakat dönemin dil kullanımında bu tip bir imla yoktur keza “ayırtlamak” Türkçe kökenli bir kelime olduğundan, Türkçe’de karşılığı olmayan “ط” harfi ile kelime zaten kurulamaz. Sonuç olarak eski yazı imlasına göre olması gereken: ايرتلدم idi.

En önemli noktalardan ilki, “…üzeri(n)mde üç gün üç gece mum yanmadı…” ibaresi (Cenazenin çıktığı odada üç gün ışık yanar, bir kap içerisinde su bırakılır. Evin diğer taraflarının lambası da yakılır. Bu uygulamanın nedenini yöre halkı, “ruh evde olurmuş dermiş ki - bakalım lambalar yanıyor mu, sönmüş mü” diye anlatır - Kaynak: http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/belge/1-6483/olum-sonrasi.html). Burada üzerim(n)de kelimesi birçok kişi tarafından cenazenin üzerine mum dikilmiş gibi algılanmış, bazı evveler tarafından da bunun muhtelif argümanlarla çürütülmeye çalışılmış olduğunu tespit ettim. Kör döğüşü. Ben bu kelimenin “-den sonra/sebebiyle” anlamına geldiğini söyleyebirim ki “üzer, üzerine” günümüzde buna yakın kullanılıyor (Örn: ...bunun üzerine dışarı çıkmaya karar verdim).

İkinci olarak bazı kesimler(!), bu tip bir olumsuzluğun Fatih Sultan Mehmet gibi bir şahsiyetin başına gelmesinin mümkün olmayacağı savından yola çıkarak reyha kelimesinin reyhan’dan türediğini ve hoş koku anlamına geldiğini ifade etmektedirler. O zaman şunu sormak gerekir: O kadar güzel bir kokuydu da o sebeple mi Kasım Ağa, “…rayihası yüzünden kimse yanına gelemedi…” diye bahsetmiş. El insaf! Ayırtmak kelimesi için türetilmeye çalışan anlamı bahsetmeye gerek bile duymuyorum çünkü yabancı bir yazara dayandırılmış.

Bakıldığında belgede tarih olmaması -ki daha sonraları belgelere hem hicri hem rumi olarak tarih atılmıştır- şu an tarih incelemeleri yapanlar için en üzücü noktadır. Bu belge daha önce bahsettiğim gibi kurumlar arasında resmi bir yazışma olmadığından Osmanlı Diplomatikası yönünden değerlendirilmemeli fakat tarihin karanlık bir köşesine ışık tutan bir belge olarak kayıt altına alınmalıdır. Normal şartlar altında resmi olarak düzenlenmiş bir belge, sayfanın en üstünde antet ve “bihi” yani besmele ile tılsımlanır, bu şekilde evrakın doğru yere sağ sağlim gideceğine inanılır , daha sonra protokol, metin kısmı ve atılan tarih ile şekillenir.
Bu belgeyle veya öncesinde gelen ve halen cevabı bulunamayan bazı sorular var. Fatih Sultan Mehmet zehirlendi mi? Ne sebeple kim tarafından ya da Sultan’ın sadece iç organları mı çıkarıldı yoksa ilaçlarla mumyalandı mı? Öyleyse bu İslam dinine göre kabul edilebilir mi?

Bunlarla ilgili bir çok doğru/yanlış bilgiyi FATİH dizisinin ilk bölümünü müteakip, üç dört günde yazılacak olan Fatih Sultan Mehmet ile ilgili kitaplardan, romanlardan ve makalelerden okuyacağız. Kitap alırken ya da konu ile ilgili bir şey dinlerden şunu unutmayalım, bahsi geçen klasik dönem ve padişahlarına dair bilgi ve belge, gerek bürokrasinin tam olarak yerleşememesi gerekse pek çok sebepten günümüze ulaşamaması nedeniyle çok sınırlıdır. Konu ile ilgili Cumhuriyet döneminde yazılmış, dönemin Osmanlı vakanüvisleri ya da Bizans tarihçileri tarafından kaleme alınmış kronikler en geçerli kaynaklar olacaktır. Bunlara ilave olarak, bir diğer kaynak ise, sonradan payitahttan ülkesine kaçan veya azledilen devşirme, Türk/yabancı seyyah ve görev almış (özellikle Venedik Bolyosları) elçilerin hatırat ve raporlarıdır. Şu anda Avrupa ülkelerinin arşivlerinde yatan belgeleri de unutmamak lazım. Osmanlı dönemi tarihçilerimizin (Akademisyen-Araştırmacı) büyük kısmının dil bilmemesinden dolayı (Latince-Yunanca-İtalyanca-Sırpça vb.) bu arşivlerde nelerin saklı olduğunu bilemiyoruz. Keza bu Orta Asya Türk Devletleri üzerine yapılacak araştırmalar için de geçerli çünkü Çin kaynakları halen keşfedilmeyi bekleyen eşsiz bir arşiv hazinesi.
Umarım ki, Doç. Dr. Erhan Afyoncu’nun son zamanlarda İtalyan arşivinden çıkarmış ve Türkçe olarak yayınlamış olduğu Balyos rapoları, yabancı arşivlere verilmesi gereken önemi yineleyecektir.

Biraz akademik olsa da kimler okunabilir: Dönemin vakanüvislerinden Dursun Bey, Aşıkpaşazade, Bizans tarihçisi Kritovulos, Ahmet Cevdet Paşa (gelmiş geçmiş en büyük Osmanlı Tarihçisi kabul edilir), İsmail Hakkı Uzunçarşılı, günümüz tarihçilerinden “Tarihçilerin Kutbu Halil İnalcık”, İlber Ortaylı  gibi daha birçok burada zikretmediğim tarihçi.

Algıladığım kadarıyla günümüzde tarih araştırmacılığı da bir nevi tıp bilimi gibi ele alınıyor yani araştırmacılar/yazarlar belli bir konu ya da dönem üzerine yoğunlaşıp eserlerini ortaya koyuyorlar, öyle de olması gerekli keza Osmanlı Tarihi o kadar derin, detaylı ve zengin ki bununda bir ortopedisti, kardiyoloğu veya nöroloğu olmalı. Demek istediğim ben kitap seçerken, konunun uzmanından okumaya gayret gösteriyorum. Yukarıda bahsi geçen ve daha çok akademik öğeler barındıran eserler dışında seçim yapacaksanız umarım bu noktalar, tarih ile ilgilenen ve okumayı seven arkadaşlara kitap seçimi yapmaları hususunda biraz ışık tutacaktır.