19 Eylül 2013 Perşembe

Topkapı Sarayı Divan-ı Hümayun Girişindeki Kitabeler (Inscriptions on the wall of Imperial Council entrance)

İnternet ortamında ya da basılı olarak bir kopyasına ratlamadığım için Latinize edip burada yayınlama gereği duydum. Kasidelerden biri Keçecizade İzzet Molla, diğeri ise Şeyh Galib'e aittir.

Şehen-şâh-ı cihân-ı Mahmûd Hân-ı ma’delet-pîrâ
Muallâ cây-ı dîvânı mücedded eyledi ihyâ

Müşebbek revzeni zencîr-i adlin bir adîlidir
Bilâ-tahrîk ider Hakk sâhibin ol Hüsreve îmâ’

Selim Hân cenân-menzil idüb ancak zemînin tarh
Müzeyyen itdü adl ü dâd ile Şâh-ı zemân hâlâ

Felekler bu muallâ kubbe altından ibâretdir
Adâlet olmasa olmaz sipihr-i köhne pâ-ber-câ

Vekîl-i saltanat sadreyn vü defterdâr vü tevkiî
Olur dîvân günü bu âsümâna encüm-i Zehrâ

Sipihr-i şevketin ahkâmını seyr itmeğe gâhî
Tulû' eyler verâ'-yı zer kafesden ol meh-i garrâ'

Huzûr-ı hazret-i Hakka kalur zîrâ müzevverdir
Adâlet-gâh-ı Hâkanîde faysal bulmayan da'vâ

Bu nev câyın verâ’sı kulle-i kaf-ı adâlettir
Ayağı altına düşse nola dünyâ vü mâ fî-hâ

Sipihr-i kîne-cûyu meh-çesiyle dâg-dâr itdi
Alem-efrâz olunca kulle-i nev âfet-i âb-âsâ

‘Iyân itdi o vâlâ kulleyi bünyâd idüb zımnen
Nigeh-bân olduğın âfâka ol Hâkan-ı mülk-ârâ

O rütbe mülke te’sîr itdi ol şehden mehâbet-kim
Murâd itse künâm-ı şîri eyler âhuvân yağma

Dilerse mîşe-zârı mehd ider bir peçe-i rûbâha
Dilerse şîr-i nerri tıfl-ı âhûya ider lâla

Ferîdûnlar o Şâha arz-ı hâcet eylesun gelsun
Penâh-ı Pâdişâhân eyledi der-gâhını müvellâ

İki zerrîn tasa saltanat tâcın virirlerdi
Rikâbında gelüb peyk olmuş olsa Sencer vü Dârâ

Stablında eger Pervîz olaydı bir at oğlanı
Anarmıydı cihanda edhem ü şeb-dîzini hâşâ

Nüvîd-i feth içün Tâtâr olaydı böyle Hâkana
İdermiydi Hülagû ömrünü ılgâr ile ifnâ’

Açın dest-i niyâzı dâim olsun dâver-i gazî
Sözüm ger Hakk ise ey sâkinân-ı âlem-i bâlâ

O Hâkan-ı sıdkla kıldı cenâb-ı Ahmede hidmet
Kitâb-Ullahın itdi seyfle ahkâmını enbâ

Yine çıkdım sadedden kaldı bu câyın biraz vasfı
Alışmış medh-i Hâkana zebân-ı hâme-i imlâ’

Saded bir yana dursun şevk ü şâdîden gider aklım
O Şâhı yâd iderken mâlik olmam kendime kat’â

Bulaydım bârî bir mısrâ’-ı ra’nâ cây-ı zîbâya
Kusûrum olsada afv eyler ol Şâh-ı kerem-fermâ

Gören ser-dâde-i insâf olur İzzet bu târihe
Mücedded eyledi dîvân yerin Mahmûd Hân-ı vâlâ

1235 (M.1820)

Selim Hân-ı kerem-ver kâm-yâb itdükte devrânı
Cihânın intizâma tutdı yüz hâl-i perîşânı

Müceddid oldığı dünyâ ü dîne günden azherdir
Odur sâhib-kırân-ı nev-zuhûr-ı nesl-i ‘Osmânî

Cihânı yapdırub ma’mûre-i emn ü emân eyler
Yıkar a’dâ’-yı dînin başına dünyâ-yı vîrânı

Nizâm-ı nev virüb tecdîd ider bünyân-ı ikbâli
Bunu ilhâh ider dâim ana tevfîk-i Yezdânî

Keremde pehlevândır hamlesinde şîr-i garrândır
Sözünde kahramândır vasf olunmaz şevket ü şânı

Bilür tertîb-i devlet resmini baht-ı hümâyûnu
Mülûk-ı sâlife san bundan öğrenmiş cihân-bânî

Kılub ta’yîn-i hidmet fark ü temyîz eyledi bir bir
Gürûh-ı askerî vü zümre-i ayân ü erkânı

Bu dîvân-gâh-ı âliyeyi bu resme eylemek ta’mîr
Meger lâzım değilmiydi açarsan çeşm-i im’ânı

Aceb tarz-ı bülende koydu el-hakk eyleyub tekmîl
Nizâm-ı dîni resm-i devlet-i nâmûs-ı şâhânı

Muallâ-yı kubbe-i eflâkı gûyâ indirüb hâke
Harîminde nümû-dâr eyledi saff saff sürûşânı

Temâşâsında mahşer-gâh-ı dehşet aks ider câna
Der ü dîvârı nezzâre olub mir’at-ı hayrânî

Huzûra yüz süren erkân-ı devlet-i çarh-ı rif’atdan
En evvel seyr iderler hâk-bûs-ı mihr-i tâbânı

Bu resm-i nev-zuhûr-ı enmûzec olsun çeşm-i a’dâ’ya
Cihâd-ı esbâbını hem böyle tanzîm eyler irfânı

O bir Şâh-ı cihân-ı rüşd ü himmetdir ki el-hâsıl
Bulunmaz lâciverdî kubbenin altında akrânı

Çıkub kanûn-ı devlet-i perdeden olmuşdu bi-âheng
Şifâ-sâz oldu ihyâ’ eyledi Sultân Süleymânı

Sükûn-ı pür-temekkündür alâmet-i hamle-i şîre
Bu ârâm itdirir a’dâ’-yı dîne teng meydânı

Tesettür kılsa tobun sînesinde gülle aldanma
Eger gürlerse gürler ra’d ü berk-i kahr-ı Sübhânî

Ne dem endîşesi tedbîr ile başlarsa teshîre
Alur iklîm-i gayb-ı lâ-mekân-ı mülk-i imkânı

Hemîşe-i zâtına ikbâl ü şevketle murâdınca
Mubârek ide Mevlâ yapdığı âsâr-ı umrânı

İdüb te’yîd-i re’yin mu’cizât-ı Seyyid-ül-Kevneyn
Kerâmât-ı bülend-i evliyâ olsun nigeh-bânî

Füyûz-ı sırr-ı ilhâmıyla Gâlib geldi bir târih
Selîm Hân yapdı hem-tâk-ı felek bu cây-ı dîvânı

1207 (M. 1793)

16 Eylül 2013 Pazartesi

TAŞTA HAYAT BULAN İSİMLER - 1

Kerem 
16 Eylül 2013

Topkapı Saray’ının Bab-üs Selam (2. Kapı) kapısından geçtikten sonra sağ tarafta Tımarhane ve Saray Mutfakları, sol tarafta ise Has Ahırlar, Bostancı Ocağı Koğuşu, Harem ve diğer yapıların bulunduğu 2. Avlu, merasim zamanlarında meydanın mutfak tarafındaki revak sütünlarının altında Yeniçerilere, atlı birlikler olduklarından dolayı avlunun tam karşı tarafında, ahırların önünde bulunan revakların altında ise Sipahilere ev sahipliği ederdi .

Saray turum esnasında biraz dinlenmek biraz da gölgeden faydalanmak adına, kolumu dayamış olduğum sütunun üzerine birşeyler kazınmış olduğunu farkettim ve avludaki tüm sütunları teker teker incelediğimde, yaklaşık 20-25 sütunun üzerinde isimlerin, Yeniçeri ortalarına ait işaretlerin ve muhtelif tarihlerin kazınmış olduğunu gördüm.

Yeniçeriler muhtemelen merasimin başlamasını beklerken vakitlerini bu şekilde değerlendirdiler, Yeniçeriler diyorum çünkü Sipahilerin bulunduğu diğer tarafın sütunları oldukça temiz. Bunun yanında, bazı sütunların da Bizans zamanından kaldığını üzerine kazınmış olan Yunanca kökenli harflerden (A,8 vb.) anlamak mümkündü.

Sütunlara kazınmış olan isimlerden daha ziyade enteresan olan 2. Avlu'yu 3. Avlu'ya bağlayan Bab-üs Saade (Saadet Kapısı) yani Birun (Dış-kamuya sınırlı açık) ile Enderun (İç - Kamuya Kapalı Mektep)'u birbirinden ayıran kapının önünde bulunan sütunlardan birine son derece kaliteli bir Rik'a (Günlük yazı) hattıyla dört satırlık bir yazı hakk edilmiş ki, bir çok saray görevlisinin etrafta olduğu sırada - Saray’ın en önemli kapısı önünde- o sütunu kaşla göz arasında nasıl bezediği üzerinde durulması gereken diğer bir husus.

Satırlarda şunlar ifade edilmiş:

Alamet 58. Mustafa Abaza tabur cenginde atdı ki
Liva daşlık makalemesinde teber-dar olmuştur Ruh-i Resule
El-Fatiha Ma Salavat
Sene 1006 (Miladi 1598)

[Alamet 58 : 58 nolu Yeniçeri Ortası (Ortalama 100 kişilik grup). Yazı etrafında herhangi bir remiz (amblem) olmadığından Cemaat ya da Ağa Bölüğü ortalarından hangisine ait olduğunu söylemek zor.]

1598 dendiği zaman benim aklıma Klasik Dönem'in sonları geliyor. Siyaseten Katl'in son uygulayıcısı olan Sultan III. Mehmed zamanı. İşte tarih herzaman kitaplarda, mutantan yapılarda ya da mit'lerde karşımıza çıkmıyor. En basitinden bir sütunun üzerinde dahi can bulabiliyor. Yukarıdaki satırları yazanın da bir hayatı, işi, aşkı, sevinç ve hüzünleri vardı.

Bakmak lazım!


Sütunların üzerindeki bazı isimlere gelince:

1. İbrahim / Mustafa
2. Allah
3. Kemaleddin
4. Ali Adalı
5. Ali
6. Haç (Bizans)
7. 8 (Ou - Bizans) - Bizantik el yazmalarında sıklıkla kullanılan "o" ve "u" harflerinin birleşiminden meydana gelmiş bir ligatür. Günümüzde Ortodoks Kiliselrinde, sanatsal çalışma ya da grafitilerde rastlayabiliriz.
8. Sahib ....
9. İzmir Datçalı Halid
10. "A" (Bizans).

3. Avlu’da görüşmek üzere…

12 Eylül 2013 Perşembe

FATİH SULTAN MEHMET’İN ÖLÜMÜ ve SONRASINDA YAŞANANLARA DAİR TARİHİ BİR BELGE

Kerem
Eylül 2013

Bu belge şu an Topkapı Sarayı Arşivi’nde bulunmakla beraber, ilk olarak Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı tarafından ortaya çıkarılmıştır.

Baltacılar Kethüdası Kasım Ağa’nın II. Bayezid’e göndermiş olduğu ariza:

Sultan

Atebe-i Saâdet-penâh(a) yüz sürmekden sonra ma’rûz-ı bende-gî ben fakir Devletlü Hünkârın tâbe serâh Baltacılarının Kethüdâsıyım Devletlü Hünkârın kulluğunda idim Devletiyle öte yakaya sefer idecek Hünkâr ben fakir Çavuşluk sadaka eyle Sultânım didim Devletiyle sabr eyle der ol halde Hünkâr müteveffâ oldı üzerim(n)de üç gün ve üç gece mum yanmadı vardım Kapucular Kethüdâsına söyledim ol dahi İshak Paşa’ya söyledi emr eylediler mum yakdım râyihası ucundan kimesne yanına varamadı ben fakir, Usta ile bilece içini ayırtladım bu zikr olan sözleri Kethüdâmız dahi bilir Devletlü Hünkârın rûh(u) içün bu zikr olanı âhirine dek oku Devletlü Sultânım Devletiyle taht(a) geldin ben kulunu Kapucu eylediler baki fermân Sultânımın El fakir-ül hakir

Kulun Kasım


Ariza’nın sadeleştirilmiş hali:

Saadetin sığındığı eşiğe yüz sürdükten sonra, kulunuzun dileğidir ki ben, toprağı ve kabri güzel olsun Devletli Hünkârın (Fatih Sultan Mehmed) Baltacılar Kethüdasıyım, Devletli Hünkârın emrindeydim. Devletiyle sefer için karşı yakaya geçecekken beni Çavuş yapmasını istedim o da bana sabretmemi
söyledi. Hünkâr vefat ettikten sonra üç gün üç gece mum yakılmadı. Gittim Kapıcılar Kethüdasına söyledim, o da İshak Paşa’ya söyledi, Paşa emretti ve mumu yaktım. Kokusu yüzünden kimse yanına gelemedi. Ben ustayla beraber iç organlarını çıkardım, ayrıca bu anlattıklarımı Kethüdamız da bilir. Devletli Hünkârın ruhu için bu bahsettiklerimi sonuna kadar oku. Devletli Sulatânımın Devletiyle tahta oturdun beni de Kapıcı yaptılar.
Fakir ve hakir kulun Kasım

Fatih Sultan Mehmed’in ölümünü müteakip ikiye ayrılan Devlet ricalinin Şehzadeler, Cem ve Bayezid’ı tahta geçebilmek adına içine düşmüş oldukları mücadele sırasında, FSM’in cenazesinin ihmal edilmesi ve neticesinde ortaya çıkan tabloyu bu tarihi belge gayet iyi özetliyor. Belgedeki dikkat çekici nokta; belgenin klasik dönem başında olunmasından dolayı (her ne kadar edebi ya da kurumlar arası bir yazışma olmasına rağmen) daha fazla Anadolu Türkçesi, daha az Farsça, kesiresiz, yalın bir dille kaleme alınmış olmasıdır. Kasım Ağa, 3. Sınıf bir sorumlu/yönetici olmasına rağmen el yazısı ve kullandığı samimi dil gayet güzel fakat bazı imla hataları da içermiyor değil. Örneğin, rayiha (رايحا) reyha (ريها) olarak; ayırtladım (ايرطﻻدم) şeklinde yazılmış fakat dönemin dil kullanımında bu tip bir imla yoktur keza “ayırtlamak” Türkçe kökenli bir kelime olduğundan, Türkçe’de karşılığı olmayan “ط” harfi ile kelime zaten kurulamaz. Sonuç olarak eski yazı imlasına göre olması gereken: ايرتلدم idi.

En önemli noktalardan ilki, “…üzeri(n)mde üç gün üç gece mum yanmadı…” ibaresi (Cenazenin çıktığı odada üç gün ışık yanar, bir kap içerisinde su bırakılır. Evin diğer taraflarının lambası da yakılır. Bu uygulamanın nedenini yöre halkı, “ruh evde olurmuş dermiş ki - bakalım lambalar yanıyor mu, sönmüş mü” diye anlatır - Kaynak: http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/belge/1-6483/olum-sonrasi.html). Burada üzerim(n)de kelimesi birçok kişi tarafından cenazenin üzerine mum dikilmiş gibi algılanmış, bazı evveler tarafından da bunun muhtelif argümanlarla çürütülmeye çalışılmış olduğunu tespit ettim. Kör döğüşü. Ben bu kelimenin “-den sonra/sebebiyle” anlamına geldiğini söyleyebirim ki “üzer, üzerine” günümüzde buna yakın kullanılıyor (Örn: ...bunun üzerine dışarı çıkmaya karar verdim).

İkinci olarak bazı kesimler(!), bu tip bir olumsuzluğun Fatih Sultan Mehmet gibi bir şahsiyetin başına gelmesinin mümkün olmayacağı savından yola çıkarak reyha kelimesinin reyhan’dan türediğini ve hoş koku anlamına geldiğini ifade etmektedirler. O zaman şunu sormak gerekir: O kadar güzel bir kokuydu da o sebeple mi Kasım Ağa, “…rayihası yüzünden kimse yanına gelemedi…” diye bahsetmiş. El insaf! Ayırtmak kelimesi için türetilmeye çalışan anlamı bahsetmeye gerek bile duymuyorum çünkü yabancı bir yazara dayandırılmış.

Bakıldığında belgede tarih olmaması -ki daha sonraları belgelere hem hicri hem rumi olarak tarih atılmıştır- şu an tarih incelemeleri yapanlar için en üzücü noktadır. Bu belge daha önce bahsettiğim gibi kurumlar arasında resmi bir yazışma olmadığından Osmanlı Diplomatikası yönünden değerlendirilmemeli fakat tarihin karanlık bir köşesine ışık tutan bir belge olarak kayıt altına alınmalıdır. Normal şartlar altında resmi olarak düzenlenmiş bir belge, sayfanın en üstünde antet ve “bihi” yani besmele ile tılsımlanır, bu şekilde evrakın doğru yere sağ sağlim gideceğine inanılır , daha sonra protokol, metin kısmı ve atılan tarih ile şekillenir.
Bu belgeyle veya öncesinde gelen ve halen cevabı bulunamayan bazı sorular var. Fatih Sultan Mehmet zehirlendi mi? Ne sebeple kim tarafından ya da Sultan’ın sadece iç organları mı çıkarıldı yoksa ilaçlarla mumyalandı mı? Öyleyse bu İslam dinine göre kabul edilebilir mi?

Bunlarla ilgili bir çok doğru/yanlış bilgiyi FATİH dizisinin ilk bölümünü müteakip, üç dört günde yazılacak olan Fatih Sultan Mehmet ile ilgili kitaplardan, romanlardan ve makalelerden okuyacağız. Kitap alırken ya da konu ile ilgili bir şey dinlerden şunu unutmayalım, bahsi geçen klasik dönem ve padişahlarına dair bilgi ve belge, gerek bürokrasinin tam olarak yerleşememesi gerekse pek çok sebepten günümüze ulaşamaması nedeniyle çok sınırlıdır. Konu ile ilgili Cumhuriyet döneminde yazılmış, dönemin Osmanlı vakanüvisleri ya da Bizans tarihçileri tarafından kaleme alınmış kronikler en geçerli kaynaklar olacaktır. Bunlara ilave olarak, bir diğer kaynak ise, sonradan payitahttan ülkesine kaçan veya azledilen devşirme, Türk/yabancı seyyah ve görev almış (özellikle Venedik Bolyosları) elçilerin hatırat ve raporlarıdır. Şu anda Avrupa ülkelerinin arşivlerinde yatan belgeleri de unutmamak lazım. Osmanlı dönemi tarihçilerimizin (Akademisyen-Araştırmacı) büyük kısmının dil bilmemesinden dolayı (Latince-Yunanca-İtalyanca-Sırpça vb.) bu arşivlerde nelerin saklı olduğunu bilemiyoruz. Keza bu Orta Asya Türk Devletleri üzerine yapılacak araştırmalar için de geçerli çünkü Çin kaynakları halen keşfedilmeyi bekleyen eşsiz bir arşiv hazinesi.
Umarım ki, Doç. Dr. Erhan Afyoncu’nun son zamanlarda İtalyan arşivinden çıkarmış ve Türkçe olarak yayınlamış olduğu Balyos rapoları, yabancı arşivlere verilmesi gereken önemi yineleyecektir.

Biraz akademik olsa da kimler okunabilir: Dönemin vakanüvislerinden Dursun Bey, Aşıkpaşazade, Bizans tarihçisi Kritovulos, Ahmet Cevdet Paşa (gelmiş geçmiş en büyük Osmanlı Tarihçisi kabul edilir), İsmail Hakkı Uzunçarşılı, günümüz tarihçilerinden “Tarihçilerin Kutbu Halil İnalcık”, İlber Ortaylı  gibi daha birçok burada zikretmediğim tarihçi.

Algıladığım kadarıyla günümüzde tarih araştırmacılığı da bir nevi tıp bilimi gibi ele alınıyor yani araştırmacılar/yazarlar belli bir konu ya da dönem üzerine yoğunlaşıp eserlerini ortaya koyuyorlar, öyle de olması gerekli keza Osmanlı Tarihi o kadar derin, detaylı ve zengin ki bununda bir ortopedisti, kardiyoloğu veya nöroloğu olmalı. Demek istediğim ben kitap seçerken, konunun uzmanından okumaya gayret gösteriyorum. Yukarıda bahsi geçen ve daha çok akademik öğeler barındıran eserler dışında seçim yapacaksanız umarım bu noktalar, tarih ile ilgilenen ve okumayı seven arkadaşlara kitap seçimi yapmaları hususunda biraz ışık tutacaktır.