Eylül 2013
Bu belge şu
an Topkapı Sarayı Arşivi’nde bulunmakla beraber, ilk olarak Prof. İsmail Hakkı
Uzunçarşılı tarafından ortaya çıkarılmıştır.
Baltacılar
Kethüdası Kasım Ağa’nın II. Bayezid’e göndermiş olduğu ariza:
Sultan
Atebe-i Saâdet-penâh(a)
yüz sürmekden sonra ma’rûz-ı bende-gî ben fakir Devletlü Hünkârın tâbe
serâh Baltacılarının Kethüdâsıyım Devletlü Hünkârın kulluğunda idim Devletiyle
öte yakaya sefer idecek Hünkâr ben fakir Çavuşluk sadaka eyle Sultânım
didim Devletiyle sabr eyle der ol halde Hünkâr müteveffâ oldı üzerim(n)de üç gün ve üç
gece mum yanmadı vardım Kapucular Kethüdâsına söyledim ol dahi
İshak Paşa’ya söyledi emr eylediler mum yakdım râyihası ucundan
kimesne yanına varamadı ben fakir, Usta ile bilece içini ayırtladım bu zikr olan
sözleri Kethüdâmız dahi bilir Devletlü Hünkârın rûh(u) içün bu zikr
olanı âhirine dek oku Devletlü Sultânım Devletiyle taht(a)
geldin ben kulunu Kapucu eylediler baki fermân Sultânımın El fakir-ül hakir
Ariza’nın
sadeleştirilmiş hali:
Saadetin sığındığı eşiğe yüz sürdükten
sonra, kulunuzun dileğidir ki ben, toprağı ve kabri güzel olsun Devletli
Hünkârın (Fatih Sultan Mehmed) Baltacılar Kethüdasıyım, Devletli Hünkârın
emrindeydim. Devletiyle sefer için karşı yakaya geçecekken beni Çavuş yapmasını
istedim o da bana sabretmemi
söyledi. Hünkâr vefat ettikten sonra üç gün
üç gece mum yakılmadı. Gittim Kapıcılar Kethüdasına söyledim, o da İshak
Paşa’ya söyledi, Paşa emretti ve mumu yaktım. Kokusu yüzünden kimse yanına
gelemedi. Ben ustayla beraber iç organlarını çıkardım, ayrıca bu anlattıklarımı
Kethüdamız da bilir. Devletli Hünkârın ruhu için bu bahsettiklerimi sonuna
kadar oku. Devletli Sulatânımın Devletiyle tahta oturdun beni de Kapıcı
yaptılar.
Fakir ve hakir kulun Kasım
Fatih Sultan
Mehmed’in ölümünü müteakip ikiye ayrılan Devlet ricalinin Şehzadeler, Cem ve
Bayezid’ı tahta geçebilmek adına içine düşmüş oldukları mücadele sırasında,
FSM’in cenazesinin ihmal edilmesi ve neticesinde ortaya çıkan tabloyu bu tarihi
belge gayet iyi özetliyor. Belgedeki dikkat çekici nokta; belgenin klasik dönem
başında olunmasından dolayı (her ne kadar edebi ya da kurumlar arası bir
yazışma olmasına rağmen) daha fazla Anadolu Türkçesi, daha az Farsça,
kesiresiz, yalın bir dille kaleme alınmış olmasıdır. Kasım Ağa, 3. Sınıf bir
sorumlu/yönetici olmasına rağmen el yazısı ve kullandığı samimi dil gayet güzel
fakat bazı imla hataları da içermiyor değil. Örneğin, rayiha (رايحا) reyha (ريها) olarak; ayırtladım (ايرطﻻدم) şeklinde yazılmış
fakat dönemin dil kullanımında bu tip bir imla yoktur keza “ayırtlamak” Türkçe
kökenli bir kelime olduğundan, Türkçe’de karşılığı olmayan “ط” harfi ile kelime zaten kurulamaz. Sonuç olarak eski yazı imlasına göre olması
gereken: ايرتلدم idi.
En önemli noktalardan ilki, “…üzeri(n)mde üç gün üç gece mum yanmadı…” ibaresi
(Cenazenin çıktığı odada üç gün ışık yanar, bir kap içerisinde su bırakılır.
Evin diğer taraflarının lambası da yakılır. Bu uygulamanın nedenini yöre halkı,
“ruh evde olurmuş dermiş ki - bakalım lambalar yanıyor mu, sönmüş mü” diye
anlatır - Kaynak: http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/belge/1-6483/olum-sonrasi.html). Burada üzerim(n)de kelimesi birçok kişi tarafından cenazenin üzerine mum
dikilmiş gibi algılanmış, bazı evveler tarafından da bunun muhtelif
argümanlarla çürütülmeye çalışılmış olduğunu tespit ettim. Kör döğüşü. Ben bu
kelimenin “-den sonra/sebebiyle” anlamına geldiğini söyleyebirim ki “üzer,
üzerine” günümüzde buna yakın kullanılıyor (Örn:
...bunun üzerine dışarı çıkmaya karar verdim).
İkinci
olarak bazı kesimler(!), bu tip bir olumsuzluğun Fatih Sultan Mehmet gibi bir
şahsiyetin başına gelmesinin mümkün olmayacağı savından yola çıkarak reyha kelimesinin reyhan’dan türediğini
ve hoş koku anlamına geldiğini ifade etmektedirler. O zaman şunu sormak
gerekir: O kadar güzel bir kokuydu da o sebeple mi Kasım Ağa, “…rayihası yüzünden kimse yanına gelemedi…”
diye bahsetmiş. El insaf! Ayırtmak kelimesi
için türetilmeye çalışan anlamı bahsetmeye gerek bile duymuyorum çünkü yabancı
bir yazara dayandırılmış.
Bakıldığında belgede tarih olmaması -ki daha
sonraları belgelere hem hicri hem rumi olarak tarih atılmıştır- şu an tarih
incelemeleri yapanlar için en üzücü noktadır. Bu belge daha önce bahsettiğim
gibi kurumlar arasında resmi bir yazışma olmadığından Osmanlı Diplomatikası
yönünden değerlendirilmemeli fakat tarihin karanlık bir köşesine ışık tutan bir
belge olarak kayıt altına alınmalıdır. Normal şartlar altında resmi olarak düzenlenmiş
bir belge, sayfanın en üstünde antet ve “bihi” yani besmele ile tılsımlanır, bu
şekilde evrakın doğru yere sağ sağlim gideceğine inanılır , daha sonra
protokol, metin kısmı ve atılan tarih ile şekillenir.
Bu belgeyle veya öncesinde gelen ve halen
cevabı bulunamayan bazı sorular var. Fatih Sultan Mehmet zehirlendi mi? Ne
sebeple kim tarafından ya da Sultan’ın sadece iç organları mı çıkarıldı yoksa
ilaçlarla mumyalandı mı? Öyleyse bu İslam dinine göre kabul edilebilir mi?
Bunlarla ilgili bir çok doğru/yanlış bilgiyi
FATİH dizisinin ilk bölümünü müteakip, üç dört günde yazılacak olan Fatih
Sultan Mehmet ile ilgili kitaplardan, romanlardan ve makalelerden okuyacağız.
Kitap alırken ya da konu ile ilgili bir şey dinlerden şunu unutmayalım, bahsi
geçen klasik dönem ve padişahlarına dair bilgi ve belge, gerek bürokrasinin tam
olarak yerleşememesi gerekse pek çok sebepten günümüze ulaşamaması nedeniyle
çok sınırlıdır. Konu ile ilgili Cumhuriyet döneminde yazılmış, dönemin Osmanlı
vakanüvisleri ya da Bizans tarihçileri tarafından kaleme alınmış kronikler en
geçerli kaynaklar olacaktır. Bunlara ilave olarak, bir diğer kaynak ise,
sonradan payitahttan ülkesine kaçan veya azledilen devşirme, Türk/yabancı
seyyah ve görev almış (özellikle Venedik Bolyosları) elçilerin hatırat ve
raporlarıdır. Şu anda Avrupa ülkelerinin arşivlerinde yatan belgeleri de
unutmamak lazım. Osmanlı dönemi tarihçilerimizin (Akademisyen-Araştırmacı)
büyük kısmının dil bilmemesinden dolayı (Latince-Yunanca-İtalyanca-Sırpça vb.)
bu arşivlerde nelerin saklı olduğunu bilemiyoruz. Keza bu Orta Asya Türk
Devletleri üzerine yapılacak araştırmalar için de geçerli çünkü Çin kaynakları
halen keşfedilmeyi bekleyen eşsiz bir arşiv hazinesi.
Umarım ki, Doç. Dr. Erhan Afyoncu’nun son
zamanlarda İtalyan arşivinden çıkarmış ve Türkçe olarak yayınlamış olduğu
Balyos rapoları, yabancı arşivlere verilmesi gereken önemi yineleyecektir.
Biraz akademik olsa da kimler okunabilir:
Dönemin vakanüvislerinden Dursun Bey, Aşıkpaşazade, Bizans tarihçisi
Kritovulos, Ahmet Cevdet Paşa (gelmiş geçmiş en büyük Osmanlı Tarihçisi kabul
edilir), İsmail Hakkı Uzunçarşılı, günümüz tarihçilerinden “Tarihçilerin Kutbu
Halil İnalcık”, İlber Ortaylı gibi daha
birçok burada zikretmediğim tarihçi.
Algıladığım kadarıyla günümüzde tarih
araştırmacılığı da bir nevi tıp bilimi gibi ele alınıyor yani
araştırmacılar/yazarlar belli bir konu ya da dönem üzerine yoğunlaşıp
eserlerini ortaya koyuyorlar, öyle de olması gerekli keza Osmanlı Tarihi o
kadar derin, detaylı ve zengin ki bununda bir ortopedisti, kardiyoloğu veya
nöroloğu olmalı. Demek istediğim ben kitap seçerken, konunun uzmanından okumaya
gayret gösteriyorum. Yukarıda bahsi geçen ve daha çok akademik öğeler
barındıran eserler dışında seçim yapacaksanız umarım bu noktalar, tarih ile
ilgilenen ve okumayı seven arkadaşlara kitap seçimi yapmaları hususunda biraz
ışık tutacaktır.